Dünya genelinde nüfus dinamikleri sürekli değişim göstermektedir. Ancak bazı ülkeler, çocuk doğurma oranlarında ciddi düşüşler yaşamaktadır. Bunlardan biri, son yıllarda dikkatleri üzerine çeken ve dünyada en az doğuran ülke olma unvanını elinde bulunduran Güney Kore’dir. Güney Kore, 2023 verilerine göre, yıllık doğum oranının dünya genelindeki en düşük seviyelerine ulaşarak tarihin en düşük rakamlarından birine imza atmıştır. Peki, bu durum nasıl meydana geldi? Güney Kore’de neden çocuk sahibi olmuyorlar? İşte bu soruların yanıtlarını irdeleyerek, bu dikkat çekici durumu daha iyi anlamaya çalışacağız.
Bir ülkenin doğum oranı, o toplumun demografik yapısının yanı sıra ekonomik, sosyal ve kültürel faktörlerinden de etkilenmektedir. Güney Kore'deki doğum oranları, 2021 yılında 0.84 çocuk/ kadın ile kaydedilmişti ve 2022 itibarıyla bu rakamın daha da düştüğü bildiriliyor. Uzmanlar, tarımsal toplumdan sanayileşmiş topluma geçiş sürecinin, aile yapısını ve doğum oranlarını nasıl etkilediğine dikkat çekiyor. Geleneksel aile yapısının yerini tek çocuk veya çocuk sahibi olmayı geciktiren bireysel tercihlere bırakması, bu düşüşün büyük sebeplerinden birisi olarak ön plana çıkıyor.
Güney Kore’deki düşük doğum oranını tetikleyen bir diğer önemli faktör, ekonomik kaygılardır. Malum, modernizasyon ve şehirleşme ile birlikte yaşam maliyetleri dramatik şekilde artmış durumda. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan genç aileler, çocuk sahibi olmanın getirdiği maddi yükümlülüklerden dolayı kararsız kaldıkları durumlarda, çoğu zaman bu kararı ertelemekte veya tamamen vazgeçmektedir. Nitelikli eğitim, konut ve sağlık hizmetleri gibi kalemler, aile bütçesinin büyük bir kısmını kaplamakta ve bu da çocuk sahibi olmayı zorlaştırmaktadır.
Güney Kore'deki kadınların toplumsal hayatta daha aktif bir rol üstlenmesi, aile yapısını da belirgin bir şekilde etkilemiştir. Eğitim seviyesinin artması, kadınların kariyer hedeflerinin ön planda olmasına sebep olmuştur. Birçok kadın, başarılı bir kariyer inşa etmek için evlilik ve çocuk sahibi olmayı ertelemeyi tercih etmiştir. Aile ortamı oluşturmanın getirdiği sorumluluğun yanı sıra, iş hayatında karşılaşılan cinsiyet eşitsizlikleri ve ayrımcılık da kadınların çocuk sahibi olma kararını etkilemektedir. Kadınların iş gücüne katılım oranlarının artması, çocuk bakımının paylaşılmasına yönelik toplumsal bir altyapı oluşturmamakta; dolayısıyla çocuk sahibi olmayı zorlaştırmaktadır.
Bunun yanı sıra, Güney Kore'de çocuklara olan ilgi ve beklentiler de oldukça yüksektir. Aileler genellikle bir çocuk sahibi olmayı dahi çok fazla yetersiz bir başarı olarak görmekte ve daha fazla çocuk isteyerek kendilerini eğitim, sağlık ve gelişim imkanları sunma konusunda büyük bir baskı altında bulmaktadır. Bu durum, hem çocuk sahibi olma isteğini azaltmakta hem de mevcut çocukları daha üst düzey taleplerle yetiştirme çabasına neden olmaktadır.
Sonuç olarak, Güney Kore'deki düşük doğum oranı, birçok farklı faktörün etkileşimi sonucunda ortaya çıkmıştır. Ekonomik kaygılar, toplumsal cinsiyet eşitliği sorunları ve geleneksel aile yapısındaki değişim, bu durumun temel dinamiklerini oluşturmaktadır. Düşük doğum oranları, yalnızca Güney Kore için değil, dünya genelindeki pek çok ülke için de tehlikeli bir eğilimdir ve gelecekteki nesillerin gelişimi üzerinde derin etkiler yaratabilir. Gerçekten de, toplumların sürdürülebilirliği için genç neslin önemi büyüktür ve doğum oranlarının artırılması için farklı stratejilerin geliştirilmesi gerekmektedir.
Güney Kore örneğinde olduğu gibi, sosyal, ekonomik ve kültürel etkenlerin çok boyutlu şekilde ele alınması, kaçınılmaz olarak geleceğe dair önemli sonuçlar doğuracaktır. Bu dinamiklerin izlenmesi ve doğru adımların atılması, gelecekteki nesillerin yaşam koşulları üzerinde etkili olacaktır.